Güneş, evin her odasını ayrı aydınlatır. Diğerlerine göre daha aydınlık olan odada vakit geçirmek nefse iyi gelir, iç ferahlatırken karanlık odaya atılan adımla birlikte pozitiflikler kaybolur, sinirler gerilir, odaya hâkim olan renk bir virüs gibi ruha işlemeye başlar. Karanlık, terk edilmedikçe ya da yerini aydınlığa bırakmadıkça sevilmez. Peki karanlığın insanın ruhuna bıraktığı bu ters etkinin sebebi nedir? Aydınlığın karanlığa bir üstünlüğü var mıdır? İnsan kendini hep ışığın olduğu yerde güvende hisseder. Adımlarının cesareti ışığın gücünden gelir. Çünkü aydınlıkta görmek ve bilmek kolaydır. Güveni, bildiği şeylerin üzerine inşa ederken bilmedikleri hep karanlıktadır. O bölgeden uzak durmak insanı daha güvenli, daha kaygısız ve daha huzurlu bir hayata sabitler. Zira karanlığa dair bilmediklerinin boyutu bildiklerinin gölgesini aşan bir devler ülkesine dönüştüğünde küçüklüğü bilmek ve yaşamak ızdırap verici olacaktır.
Benliğine dâhi yabancılaştığı bu dünyada elinin altında gibi gördükleri en üst raflara kaldırılmış, ayakları altındaki halının deseni idrak edemeyeceği kadar büyümüş ve karmaşıklaşmıştır. Şimdi o bildikleri aşina olduklarına dönüşmüş, aydınlıkta olduğunu zannederken kapkaranlık bir zindanda bulmuştur kendini. Anahtarının cebinde olduğu bu zindandan kurtulmak, bilmemenin bir suç olduğunu anladığı vakit imkansızlaşır. Karanlıkta bilmenin tadını almaya başladığı ânı ise tutkuyla yaşar. Devamı gelmezse eksik hissettiren bu tutku zamanla hırsa dönüşür, üst üste eklenip büyüyen bir haz topuyla zihni işgal eder. Ve nihayet marifete mahkûm ederek onu çıkmak istemeyeceği bir zindanda yaşatır. Karanlık ve sıkıntı verici bir yer olarak tanımlanan bu zindan, aslında çevrilen her sayfayla anlam bulan her kelimeyle birlikte tıpkı matkapla açılmış bir deliğin sızdırdığı ışıkla ince ince, yavaş yavaş aydınlanmaya başlar. Delikler ne kadar çoğalırsa karanlıkta kalmış insanın önce kendini sonra çevresini keşfetmesi kolaylaşır. Çoğalan delikler birleşince içeride sıkıntı veren hapsolmuş havayı temizleyici bir havayla ferahlatan pencerelere dönüşür. Nefes aldıkça zihne depolanmış kelimeler birer yapboz parçası gibi yerini bulmaya, parçayı bütünleştirmeye, bütünü resmetmeye başlar. İşte bu merhalede insan, içinde yaşayarak terbiye etmeyi öğrendiği karanlığın sahibidir. Artık ondan korkmayacak ancak onunla aydınca yaşamanın sonsuzluğunu da kabullenecektir.