Ayağımın altında toprak, başımın üstünde bulutlar koşuşturuyor. Cebri bir raksa yöneliyor ayaklarım. Kendimi oradan oraya savuşturmakla meşgulüm. Önümü görmüyorum, önüm görülmüyor. Sallanıyor bacaklarım, kollarım ve gövdem. Durmak, durdurmak, durmasını ummak mümkün değil. Evde miydim? Evet evdeydim, evdeydim ama kim vardı evde? Annem mi, babam mı, karım mı, çocuklarım mı, kim vardı? Sahi evde miydim? Eğer evdeysem; ev nerede, ben neredeyim, bu ufak karanlık kutu da ne? Uzay boşluğunda bir soluk aldım kısa süreliğine. Zemin benden uzakta, ben tavanla hemhâldim. Yere mi çakıldım, arşa mı kaçtım bilmiyorum. Gecenin dördündeydim karanlıkta uyuyordum, sonra daha koyu bir karanlığa atıldım. Asansörle mi indim, merdivenle mi çıktım bilmiyorum. Aklım bulanık, zihnim çarpık, hava simsiyah ve soğuk. Sanki güneş binlerce yemin etmiş bir daha doğmamaya. Saatler hep geceyi karanlık geçiyor. Zaman ise mıh gibi çakılı gecenin dördüne. Takvim defterinde tek bir yaprak, takvim yaprağında tek bir tarih kaldı. Gerisi bundan gayrı hep teferruat.
Oysa bu akşam da her akşam gibiydi. Her gece yaptığım gibi girmiştim yatağıma. Çocuğumu öpmüş, karıma sarılmış, ölümün küçük kardeşi olan uykuya dalmıştım. Sabah kalkıp işe gidecek, akşamı iple çekip eve dönecektim. Yıllarca kurduğumuz hayalleri bir kez daha kuracak, yıllarca sevdiğim yüzleri bir kez daha sevecektim. Fazla bir isteğimiz zaten yoktu, sıcak yuvamızda gün akşam, gece sabah olsun, bir de karnımız doysun tamamdı. İşte o akşam da böyle bir akşamdı. Sabaha alarm kurmuştum, uyanmam lazımdı…
Bir enkaz var göğsümün ortasında, ciğerlerim alevden soluklar alıyor. Kapalı karanlık bir kutudayım, neredeyim bilmiyorum. Evdeydim en son alarm kurmuştum, yanımda yavrum ve karım. İç yakan bir çığlık duydum kısa bir anlığına, sonrası delirten bir sessizlik tufanı. Şimdi ne yavrum ne karım ne de üzerinde yattığım yatağım var. Karanlık bir kutuda yalnızım. Yaşanacak ne varsa yaşadım mı acaba? Görülecek her şeyi gördüm mü bilmiyorum? Acaba en son kocaman bir öpücük koydum mu yavrumun yanağına. Ve karım, tuttum mu ellerini bilmiyorum. Acaba onlar da başka kutularda mı? Onların güneşi de kararlı mı doğmamaya?
Sanki kızıl kıyamet koptu da üstüme gök devrildi sandım. Sanki yer yarıldı da içine yuvarlandım. Yıllarca üst üste koyduğum hayatım, umutlarım, hayallerim, sevdiklerim, yaşanmış ve yaşanmayı bekleyen her şeyim; yavrumun yürümesi, koşması, okuması, büyümesi örneğin, bir gece ansızın terk etti beni. Koşsam belki yetişirdim arkalarından. Kaçsam ah kaçabilsem bu kutudan, peşinden koşacak ve yetişeceğim.
Şeytani bağırışlar, keskin cümleler, garip bir telaş var anlamsızca. Kimsenin kimseyi dert etmediği bu dert dünyasında sahte çırpınışlar yaşanmakta. Onlarca kirli ayak kutuma basıyor umursamadan. Başka kutular da görüyorum başka yalnız insanların olduğu. Binlerce, on birlerce, yüz binlerce kutu. Her birinde zebaniler hayat yağmalamakta.
Kalbim korkuyla dolu, öfke akıyor damarlarımda. İçimde kocaman bir boşluk, hiç tamamlanmayan bir eksiklik dolaşmakta. Gökler artık kuşların, toprak taşa doymakta. Tüm bu dehşetli senaryolarda, yüreğimde seninle güç buluyorum. Seninle her şey kolay ve basit, her yer geniş ve felah oluyor. Ama şimdilik bu ufak kutumda yalnızca ben ve Rabbim bulunmakta. Bir ses duyuyorum kalabalık, toplu bir ses. Ağıt mı, hıçkırık mı, kahkaha mı bilmiyorum. Bir kapı açılıyor karanlık kutuma. İçeri sıcak hava, güzel kokular ve gün ışığı sokulmakta. Yüreğime bir ferahlık bir rahatlık bir inşirah doluyor. Zamanı, mekânı, sesleri, karanlığı ve kutumu unutuyorum. Artık tüm korku, öfke ve kederden azadeyim. Her yerde nurdan bir sütre, sanki bin güneş parıldamakta. Bir kapı açılıyor kutuma. İşte karım ve yavrum, yemyeşil bahçelerden bana koşmakta…
Ellerine sağlık değerli insan.Duygularımıza tercüman olmuş. Güzel bir yazı. Başarılar…
Yüreğinize sağlık ogretmenim