6 Şubat 2023 küçük dünyam cehenneme döndü… Bir gecede otuz altı bin kelebek ölmüş. Bir gecede yüz binlerce kelebek yaralanmış. Bir iki dakikada oldu her şey. Belki daha kısa, belki daha uzun. Zaman kavramını anlayacak yaşta değilim. Birçok şeyi anlayacak yaşta değilim. Anlayamadığım şeyleri yaşıyorum. Belki kıyamet koptu, ben anlamadım. Yarın okul var! Birinci dönem teşekkür aldığım için babam bana yeni çanta aldı. Yarın onu takacağım, annem saçlarımı örecek çok güzel olacağım, prensesler gibi. Tatilden sonra ilk gün okulu çok özledim; arkadaşlarımı, öğretmelerimi, Kerem’i…
Her yer toz her yer yığın. Karmaşık bir inşaat algoritmasındayım sanki. Gerçi kozasından yeni çıkmış ufacık bir kelebeğim ben. Ne inşaattan anlarım, ne algoritmadan. Televizyondan duyduğum havalı kelimeleri katmak istedim cümlelerime. Bilinmez kelimeler, bilinir acıları daha net ifade eder sanıyorum. Sanmayı bile tam anlamıyla biliyor muyum? Öğretmenime sorsaydım keşke sanmak ne demek? Şu an acı çektiğimi sanıyorum. Sanmıyorum, acı çekiyorum. Sanmayı bilmiyorum ama acıyı biliyorum.
Burası çok karanlık ve çok soğuk. Siz bilmezsiniz karanlıktan çok korkar küçücük kelebekler. Bu soğukta ne kadar dayanır kanatlarım. Annem yatarken üstümü örtmüştü, peki neden üşüyorum ben? Üstümde yığınla tuğla, kanatlarımı kımıldatamıyorum. Kim koydu üstüme bu tuğlaları? Sesler duyuyorum. Sesler, çığlıklar… Gözlerim kapanıyor. Sesler uzaklaşıyor. Gözlerimi tüm direncimle açmaya çalışıyorum. Susadım çok susadım. Ağzımın içi bir çöl gibi kurudu. Her nefes alışımda içime tozlar doluyor. Oysa annem her zaman tertemiz ederdi evimizi, bu toz yığını nereden çıktı? Kanat çırpıyorum gökyüzüne, fakat yok gökyüzü, her yer yeryüzü. Üstümde toz bulutları. Ne işim var burada? Annem nerede? Babam nerede? Işıkları ağabeyim mi söndürdü? Bu karanlık, bu toz ne?
Sesler canlanıyor yeniden kulaklarımda. “Orada kimse var mı?” Bağırmak istiyorum. “Buradayım karanlığın tam ortasında.” Bağıramıyorum. Sanki dilimin üstünde tuğlalar dizili. Sesim, gücüm tükendi. Sessizliğe hapsoldum. Bağırsam anlar mı insanlar küçük bir kelebeğin devrik cümlelerini. Gözlerim kapanıyor. Boğazıma doldu tozlar. Nefes alamıyorum. Anne nefes alamıyorum! Anne, baba, ağabey sesinizi alamıyorum! Anne ağlasam koşardın geceleri neden sesime cevap vermiyorsun? Koşarak neden yanıma gelmiyorsun? Karanlıkta zaman akmıyor, sesimi kimse duymuyor! Babacığım minik kelebeğin karanlıkta korkuyor bilmiyor musun? Neden gelip sarılmıyorsun bana? Ağabey ışıkları aç, oyun bitsin artık sinirleniyorum…
Bir ışık huzmesi ile aralanıyor gözlerim. Bir el uzanıyor bana doğru. Yavaşça kanatlarımı okşuyor. Korkma diyor, ama korkuyorum. Korkma deyince geçmez tüm korkular. Ama azalır, azaldı korkularım. Çoğu insan gibi o da bilmiyor karanlıktan çok korkar kelebekler. “Seni çok seviyoruz biz.” diyor. Tanımıyor ki nasıl sevsin beni. İnsan tanımadan nasıl sever birini? Anlıyorum tanımasalar da sever iyi insanlar bütün kelebekleri. Gözlerim kapanıyor. Ama bir el sımsıkı tuttu beni önce sağ kanadımı, sonra sol kanadımı çıkarttı bu karanlık cehennemden. Yanağıma kocaman bir öpücük kondurdu. Tozlarımı silkiyor tanımadığım eller. Tanımadığım seslerde, bilmediğim dillerde sevinç çığlıkları… Sonra öğrendim. Gazete manşetlerine yazılmış: “Umudun adı: Karanlıktaki Kelebekler.” Başka kelebekler de çıkmış karanlıktan. Bazı kelebeklerin ise sesi hiç duyulmamış. Çok kelebek kalmış karanlıkta. Sesleri duyulmadıkça kısılmış. Kısılmış, kısılmış, çıkmaz olmuş sesleri. Annem, babam, ağabeyim, halam, dayım, kuzenim, dedem ve Kerem… Hepsi karanlıkta kalmış. Çok kanat çırpmışlar ama kimse duymamış. Bir gecede milyonlarca koza yıkılmış. Bir gecede çok şey olmuş, dünyam cehenneme dönmüş ben anlamadım…