Tutuksuz Kitaplar – 4

158 5

Kar yağıyor. Lapa lapa. Öyle güzel ki… Gün boyu yağdı. Yapılacaklar listesi yaptım. Ne çok ritüel katmışsın hayatıma. Yap yap bitmiyor. Hem sensiz de çok zevkli olmuyor. Daha doğrusu acı veriyor. Gel artık da bitsin bu yalnızlığım. Birlikte yapalım her şeyi yine eskisi gibi. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak elbet. İçimizde bir yerler acıyacak hayat boyu. Ama acıyan yerlerimizden tutunacağız hayata. Acıyan yerlerimizden yeşerecek dünya.

Bugün tüm gün evdeydim. Dün hava kararmadan dışarı çıktım. Biraz yürüdüm el ayak çekilmeden. Söz verdiğim gibi tam aynı saatlerde yürüyorum. Senin de yürüdüğün saatler yani. Aynı göğe, aynı batmaya meyleden güneşe, varsa aynı bulutlara, kim bilir belki de aynı yöne uçan kuşlara bakıyorum seninle. Bu bana öyle iyi geliyor ki… Galiba diyorum kendi kendime, sen burada olsan, birlikte yürüsek bu kadar ruhlarımız yakın olamaz. Öyle yakın hissediyorum kendimi sana. Yine de sen gel, yine de uzak kalmayalım.

Yürüyüş yolumu bir adrese bağladım. Çook uzun zamandır görmediğim ve çook özlediğim birine… Sevineceksin sen de bak şimdi. Meral… Kaç yıldır haber alamıyordum ya. Kaç yıldır arayıp soruyordum ya herkese. Nihayet buldum. Daha doğrusu o beni buldu. Bize çok yakına taşınmış. Ahh bilsen neler yaşamış. Aklımda olduğu, dualarımda olduğu yıllar boyunca ne acılar çekmiş. Ağladık çok ağladık buluşunca ilkin. Sevincimiz acımıza karıştı. Bir süre konuşamadık hiç. Ne soracağını nereden başlayacağını bilemiyor insan. Ellerini, yüzünü, gözlerini inceledim uzun uzun. Değişmiş mi? Zaman nasıl izler bırakmış? Aynı kalan neler var?… Suskunluğumuzu, saatlerce sürecek bir sohbet takip etti. Ne çok şey birikmiş. Ne çok… Beni eve bıraktığında saat gecenin 1’i olmuştu. Yatmadan evvel sıradaki kitabı anlatmaya başlayacaktım ama zihnimi toparlamam mümkün olmadı. Başımı yastığa koyup da uykuya dalana dek akşam konuştuklarımız zihnimde dönüp durdu.

Sabah ezan sesiyle gözlerimi açtığımda etrafta karlı sabahların aydınlığı vardı. Anladım ki dışarısı bembeyaz. Perdeyi açınca gördüğüm manzaranın fotoğrafını çektim. Zarfa koyacağım. Işıkla karanlık boğuşmuyor, adeta dans ediyor. Açık pencereden içeri sadece sessizlik doluyor. Kar hayatın tüm sesini emmiş. Sadece ezan sesine müsaade etmiş. Güneş yok, ay yok, yıldızlar yok ama kar aydınlığı sarmış her yeri. Huzur doluyor odama. Tüm hüzünlerin üstünü örten bir huzur. Abdestimi alıp hazırlanıp huzura varıyorum. İçimde umut, duamda umut… Sessizliğin sunduğu fırsatı değerlendirip uzunca bir makale okudum, Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi hakkında. Ne çok makale varmış internette onunla ilgili.  Oku oku bitmiyor.

Sadece kitabı anlatacak değilim. Yarım yamalak tanıdığım yazarı da iyice bir tanımak, enine boyuna anlamak istedim. Vallahi iyi de etmişim. Kitabını okurken sevmiştim. Hakkında duyduklarım da hep güzeldi ama tanıdıkça hayranı oldum. Bilemiyorum belki eksiği kusuru da vardır ama okuduğum hiçbir makalede öyle bir imaya rastlamadım.

1865 yılında adından da anlayacağın gibi Filibe’de doğmuş Ahmet Hilmi. Şimdi Bulgaristan sınırlarında olan Filibe o zamanlar Osmanlı toprağı hâlâ. Osmanlı’nın son demleri. Buhranlı yıllar… Başta pozitivizm olmak üzere pek çok izmlerin popüler devri. İnsanlık yoğun arayışlar içinde. Dinler sorgulanıyor. Devlet-i Aliye âli olmaktan uzaklaşıyor. Umutlar ıslahatlara, meşrutiyetlere bağlanıyor. Bilirsin ben o dönemi okul yıllarımda da hep karışık bulurdum. İşte oluyor bir şeyler. Koca çınar devrilmesin diye uğraşanlarla devirmeye çalışanların canhıraş mücadelesi sürüyor, ortalık boz bulanık, at izi it izine karışmış.  Öte yanda bir de milletti, devletti, özgürlüktü, hür düşünseydi, yeniydi, eskiydi, ıslahattı, kanundu derken elden giden dinin acısını yaşayan bir kesim var. Bu cephede de sular duru değil. Hem de hiç değil. Kimisi sadece seyrediyor acıyla, kimisi kaş yapayım derken göz çıkarıyor, kimisi kaçışta buluyor çareyi, kimisi öfkeyle hop oturup hop kalkıyor, kimi dinin diyanetin değil kaybettiği itibarının derdinde, kimi cahil ama hoca, kimi âlim ama gafil, kimi saf ama mukallit…

Ariflerin sayısı da az değil elbet. İşte böyle bir devrin dertli ariflerinden biri Ahmet Hilmi. Babası şehbender yani konsolos. Anlayacağın havalı bir çevresi var. Modern ve dindar.  Modernist İslamcılar içinde zikrediliyor. İlk eğitimini Filibe Müftüsünden almış, liseyi Galatasaray’da okumuş olması bile bu durumun net bir göstergesi. Bu yönüyle o her kesimi; inancı bir kenara koyanları, inanca sarılanları, inançla inançsızlık arasında gel-git yaşayanları, vb. gözlemleyebilme imkânı bulmuş. Ne mutlu ki o olanla olması gerekeni tefrik edip toplumun yaralarını ve neye ihtiyacı olduğunu tespit edebilmiş ve hem bu konuda hem de dine karşı yapılan sözlü ve yazılı saldırılara karşı kalemini ustaca kullanmış. Ve yine ne mutlu ki sana anlatacağım harika eser Âmâk-ı Hayâl ‘i yazmış. Âmâk- ı Hayâl, hayalin derinlikleri demek. Cidden o nasıl derinlikli bir anlatım, bir görsen! Okurken onun aynı zamanda sıkı bir mutasavvıf olduğunu da anlıyorsun. Ben bu kitabı yıllar önce okumuştum ilk. Yine çok sevmiştim ama o zaman bu kadar iyi anlamamıştım. Gerçekten iyi oldu bu okuyuş. İyi ki varsın sen yaa… Neyse geleyim kitabın konusuna.

Kahraman, Raci. Raci, devrin prototipi. O gün için aydın, kültürlü, entelektüel diyebileceğimiz bir tip. Bohem bir yaşam sürüyor. Ama eğlence adına ne yapsa eğlenemiyor. Zira içinde büyük bir boşluk, kafasında derin sorular var. İnanmakla inanmamak arasında adeta ızdırap çekiyor. Ne tam inanabiliyor ki rahatlasın ne tam bir inkarla keyfine baksın. İşte bu ruh hâli ile Aynalı Baba adlı bir Allah dostu ile karşılaşıyor. Ve artık hayalin derinliklerinde hakikati arayan bir yolcu oluveriyor Raci. Yolculuğu boyunca okuyucuyu yani beni… (Bak nasıl havaya girdim. Gülme ne olur okurken. Bizim hatun coşmuş kendini derste sanıyor falan diye. Ya da neyse gül yaa! Gül yeter ki…)

Ne diyordum? Yolculuğu boyunca okuyucuyu da heyecan ve merakla peşinden sürüklüyor. Gâh rüya aleminde gâh hayal, gâh baygın gâh ayık, gâh uyanık gâh uyuyuk… Bir Seyr-i Sülûk. Kitabın çerçeve hikâyesi Raci’nin hakikat arayışı fakat çerçevenin içinde enfes hikâyeler var. Yazar yol boyu Budizm, Zerdüştlük, Brahmanizm, Yunan felsefesi gibi duraklara da uğratıyor ve engin felsefe, tasavvuf ve dinler tarihi denizinde boğulmadan sahil-i selamete çıkarıyor Raci ile okuyucuyu.

Çok kalın bir kitap değil ama çok derin. Sen de okumalısın. Bir de Öksüz Turgut diye romanı varmış Filibeli’nin kahraman bir akıncının şahsında gençliğe misyon yüklediği. Onu da bulursam okuyacağım. Anlatırım sana da. Getiririm de okursun. Sıkmamışımdır inşallah seni çok uzattım. “Sıkılırsan bir seferde okuma!” diyeceğim ama buraya kadar geldiysen artık çok geç demektir.

Hasret ve sevgiyle.

5 comments

  1. Yazar ne kadar nahif ve zarif. Hikaye duru. Cok sevdim. Yazarimizdan hikayenin devamini merakla bekliyorum.
    Tesekkurler.

  2. Yüreğine, kalemine sağlık… hüzün ve huzur iç içe hissiyle okudum…

  3. Keyifle okuyup zevkle ilerlediğim,bilgilendiğim bu yazılara lütfen bu minvalde devam eder misiniz!!??

    1. İnşallah . Mümkün olduğunca devam edeceğim. Teşekkürler ilginiz için.

Bir cevap yazın