Popüler Kültür ve Okuma Uğraşı-V

69 0

Bir Okuma Fobisi Olarak “Klasikler” ya da “Klasik” Neye Denir Sorusu Üzerine

Okuma alışkanlıklarımızın modern zaman alışkanlıklarımız ile biçim olarak benzeştiği giderek aşikârlaşıyor. Yemek alışkanlığımız fast foodlaştıkça mesela okuduğumuz metinler de giderek bu hale geliyor. Zaman kontrolümüzü kaybettikçe örneğin okumaya dair düzenlerimiz de hıza kurban ediliyor. Tüm bunlar okuma tercihlerimizi de şekillendiriyor elbette. Eskiye göre daha az derinlikli, retoriğin beceri olarak pazarlandığı, görece bu çağa ait duyguların öne çıkarılıp bunlara dairlerin cıvık cıvık bir romantizm ile sunulduğu metinler yaygınlaşıyor. Böyle olunca da iyi/nitelikli okumanın beklenen yansımaları, bireysel ve toplumsal olarak görülemiyor.

Yukarıda ifade edilen sorun ya da tespitin dört başı mamur ve yine bir hataya bağlı olarak hızla çözümü mümkün değil. Belki yeniden düşünülmüş ve birey birey şekillenmiş bir okuma düzenlenmesine muhtacız. Öte yandan bunun özellikle okumanın inşasında yer alan nitelikli metinlerin yeniden okuma düzenimize yerleştirilmesi bu manada da “klasikler”in bir fobi olmaktan çıkarılması da ciddi bir çözüm önerisi olabilir. Elbette “klasik” nedir sorusuna bir cevapla başlayarak.

Klasik tanımı birkaç farklı manada kullanılıyor bizde. Ve yarı yarıya olumlu/olumsuz olarak. Örneğin klişe bir çözüm için kullanılırken olumsuz, orijinal bir mazi parçası için kullanılırken ise olumlu. Konu kitaplar ise klasik; genelde eski, okuyucunun çağına göre görece geride kalmış, anlaşılması zor, güncellenmemiş çeviriler dolayısı ile de okunması emek isteyen metinler manasına da geliyor örneğin. Ama buna katılmadığımızı en başından ifade etmekte de fayda var elbette.

Okuma alışkanlığı ve düzeninin dış bir etki/yönlendirme ile kazandırılmaya çalışıldığı toplumlarda  -ki bizde özellikle belirli bir dönem bu şekilde oldu-  özellikle eğitim öğretimin ödev kısmı ile ilişkilendirilen bu eserler bir de listelere bağlanıp tavsiye üzerinden zorunluluğa devşirilince, falanca eseri okudun mu sorusunun cevabı genelde ‘okulda okumuştum’a dönüşüyor. Ve biliyoruz ki bir vazifeye bağlı okumanın lezzeti de içselleşmesi de çoğu zaman mümkün olmuyor, hatta bir açıdan travmatik bir fobiye dönüşüyor. Önyargılar inşa ediliyor üzerine. Klasikler; kalın olur, sıkıcı olur, dili ağır olur vb. Hâlbuki bu manada bin küsur sayfalık Karamazov Kardeşler de klasik iken altmış sayfalık Gogol’un Palto’sunun da klasik oluşu muammaya dönüşüyor. O vakit yapmamız gereken, okuma çabamızın inşasında önyargılara kurban ettiğimiz bu “klasikleri” yeniden gündemimize almak.

Öncelikle klasik kavramını basitçe tanımlamaya gayret edelim ki onlardan uzak durmanın neden bir sorun olarak burada bahis konusu edildiğini anlamaya çalışalım. Öncelikle klasikler asla bir kez okumakla iktifa edilebilecek metinler değildir. Zaman zaman dönüp okuma isteği oluştururlar. Elinizin altında olması gereklidir. Buna ihtiyaç hissettirirler. Hiçbir okuma onları tüketmez. Calvino’nun da ifadesi ile her okumada yeni bir keşif hissi kaçınılmazdır. Ait oldukları çağa hapsolmazlar. Nietzsche’nin çağlar üstü çağdaşlık dediği şeyi inşa ederler. Bazen bir klasik metni okumak bir çağı her şeyi ile okumak demektir.

Bir klasik sizin çıtanızı belirler okuma eyleminde. Örneğin Anna Karenina ya da Karamazov Kardeşler’i okumamış iseniz sınırlarınızı henüz zorlamadınız demektir. Bunu herhangi bir milli unsurla da eşleyerek söylemek mümkün değil. Dünya klasiği, Türk klasiği, Rus klasiği gibi bir söylem bu anlamda her daim sorunlu olacak gibi duruyor. Zira bitmek bilmeyen kıyaslar bu durumda kaçınılmaz. Klasik kavramı evrensel bir bütünün her bir parçası için kullanılmalı. Portekizli Pessoa’nın söyledikleri Peyami Safa ile örtüşüyorsa işte bu klasik tanımının karşılığıdır.

Yine de ben klasikleri okuyamıyorum ne kaybederim diye sormak mümkün. Aslında kaybedeceğiniz değil de asla kazanamayacağınız şeyler var demektir bu durumda. Örneğin Dostoyevski hemen her yazdığı ile Dünya edebiyatında yer edinmiş, doğurmuş bir yazar. Freud onun insana dair söylediklerini psikanalitik açıdan söylenmiş en mühim şeyler olduğunu söylerken iyi bir okuyucunun hiç Dosto okumadan, bu çağda insana dairleri anladığını iddia etmesinin ve okuma kondisyonu açısından bile geliştiğini söylemesinin mümkün olmadığını beyan eder gibidir. Öte yandan edebiyatın bir birikim oluşturup bununla ilerlediğini unutmamak gerekli. Bugün tarih romanı/tarihî roman okuyan birinin Kemal Tahir ya da Tarık Buğra okumadan bugünün ürünlerini kıyaslaması ve onları bir menfeze oturtabilmesi ne kadar mümkün? Peyami Safa’nın Yalnızız romanında kendinden önceki kaç yazar ve düşünüre iktibas ettiğini biliyor musunuz mesela?

İnsanın emeklemeden yürümesi pek vaki değildir, çocukluğunu yaşamadan büyümesi de. Hayat bir düzen ve sıra ile ilerliyor. Zaman buna göre şekilleniyor. Okuma da öyle. Zamanında okumadığınızı düşündüğünüz klasikleri artık gerek yok diyerek okumaktan vazgeçmeniz ve onlar üzerine inşa edilmiş görece çok daha az derinlikli ve üretilmiş/esinlenilmiş metinlerle kendinize bir okuma evreni inşa etmeniz zor. Bu vehim ancak günün birinde bir klasiği her şeye rağmen elinize alıp okumanıza dek sürer. Ki çoğu zaman o karşılaşma ondan önceki birçok okumayı beyhudeleştirecek bir kahır hissini zihninize yerleştirecek. Bu elbette klasiklerden gayrısı yalan manasına gelmemeli ama bir kez daha ifade ediyorum, okumanın bir yönüyle inşaya ve iyi bir temele ihtiyacı var. İyi bir kondisyon için de iyi bir ritim için de, iyi bir seçme gücü için de.

Yazının son kısmında iyi okuyucunun “en” lerini belirlerken de klasiklere ihtiyacı olduğu gerçeğini es geçmemek gerekli. Ki kendine ait bir tür belirlemek, kriterler oluşturmak, zevk oluşturmak için de klasiklerden uzak durmamalı. Bu deneyimin size kattıkları ile oluşturacağınız okuma evreni bir açıdan sınırlarınızı da belirleyecek. 1000 küsur sayfalık Anna Karenina’yı okumak sonrasındaki en korkutucu metinleri dahi okuyucu için makulleştirecek. Okuyucuya vereceği güven ile belki de seçimlerinde cesurlaştıracak. Kabul edelim ki ömrümüz, okumamız gereken kitapları dahi okumamıza iktifa etmeyecek. Bu durumda iyi tespit ve seçimlere ihtiyacımız var. Bunu sizin yerinize yapacaklara itimat etmek de bir yol elbette lakin neden kendi oluşturduğunuz dünyanız ile bu seçimleri yapmayasınız ki?

Hülasa; klasikler yolunu kaybeden ya da hiç yola girememiş okuyucu için risksiz ve asla kaybettirmeyecek rehberlerdir. Kaybedeni yola koyar, yolu olmayana ise yol açarlar. İddialı ve ürkütücü olsa da onları okumak bir okuma serüveni inşa etmenin başat noktası. Klasiklerden uzak kitap yolculuğu sizi bir yere kadar taşısa da gelişen zihniniz, okuma zevkiniz ile er ya da geç onlara yaklaşacaksınız. Ve bir gün korkunuzu yenerek Anna Karenina okuyacaksınız. Bir cümle zihninize çarpacak: “Hiç kimse durumundan hoşnut değil ama herkes aklından hoşnut.” İşte o zaman nerede iseniz oraya iyice yerleşip kitabın içinde gezinip o soğuk tren istasyonunda Anna’yı karşılayacaksınız. Muhtemelen ya geciktiğiniz için ya da o güne dek okuduğunuz bazı kitaplar için hayıflanacaksınız. O yüzden eğer hala kaçıyorsanız klasiklerden vazgeçin ve bırakın sizi ele geçirsinler.

Bir cevap yazın