“Kapat gözlerini ve dinle bir masalım var sana.”
Bir varmış bir yokmuş, develer tellal iken, pireler berber iken, ben kitabımın beşiğini tıngır mıngır sallar iken… İğne deliği büyüklüğünde bir kapıdan iki dev geçmiş el ele. İkisi de hayret etmiş bu işe. Bi’ bakmışlar deliğe, bi’ bakmışlar cüsselerine…
Aç gözlerini şimdi, söyle; nasıl geçmişler bu devler buradan el ele? Şimdi bir çocuğu alsan karşına ve sorsan ona bu soruyu, anlatır sana o devin oradan nasıl geçtiğini. Sen bilmezsin ama o bilir. Senin kalıplaşmış realist düşüncelerin vardır ama onun da deliğini gözüne yaklaştırdığında bütün evreni o deliğe sığdırabilecek bir iğnesi. Hayallerinizin de ötesinde bir hayal güçleri…
Tabii bu soruyu sorabilmemiz için öncelikle, çocuğumuzun gözüne gözümüzün değmesi lazım. Onların kalbine inip hayal gücü odalarının ışığını yakmamız lazım. Hadi diyelim yaktık bu ışığı, düşündü bizimki bir şeyler. Aklında bildiği 100 kelime var-yok; nasıl izah edecek bunu!? Ehhhh neyse kapatalım geri ışığı…
“Peki nereye kayboldu bu kelimeler?”
Çocuklarımızın görsel zekâsı her taraftan gelen uyaranlarla hızla gelişirken; sözel-dilsel ve her şeyin cevabı direkt bir tıkla ellerinin altında olduğu için matematiksel-mantıksal zekâları hızla geriliyor. Biz acaba faydalı bir iş yaptığımızı düşünürken ya da “Dur yeter ki ağlamasın, ne istiyorsa vereyim” derken çocuklarımızı nasıl bir enkazın altında bırakıyoruz? Biliyoruz ki çocuğumuz o minik elleriyle o enkazın altından kalkamaz. Biz biliyoruz ki koşarak gittiği o güzel çiçekli yollarda eğer başını kaldırıp bakmazsa ileride hiçbir çiçeğin kokusunu, rengini bilemeyecek.
Ben buradan ebeveynlere, öğretmenlere, mimara, doktora, yoldan geçen insana seslenmek, yakasından tutup bağırmak istiyorum. Diyor ya usta şair Nâzım Hikmet:
“Beyler bu vatana nasıl kıydınız?”
Aynen öyle, ben de, “Bu vatanı vatan yapacak, geleceğin meşalesini tutacak, sesiyle devrim yapacak bu çocuklara nasıl kıydınız?” diye sormak istiyorum.
Peki ne yapmak gerek? Teknoloji dünyası, çocuklarımızın yakısından tutup hızlı adımlarla zamanın peşinden koşarken bize düşen nedir?
Okumak, sadece okumak… Göz ile okumak, ses ile okumak, gözlem yaparak okumak, doğayı okumak…
İlk ayet indi:
“Oku!”
Çocuk anne rahmine düştü, kalbi attı, sonra duydu; annesi ne okuduysa onu duydu. Çocuk doğdu, dokundu insanların yüzüne, suret okudu. Çıktı bahçeye, kattı toprakla suyu, çamur yaptı. Dedi ki: “İleride un ile suyu katayım hamur olsun.” Çocuk doğayı okudu.
Sanır mısın okumak sadece sayfa çevirmekten ibaret, okumayı bilmek için önce okumayı keşfetmek gerek. Tutalım çocuğumuzun elinden ve ayağımız toprağa değsin, yüzümüze güneş vursun. Çocuğumuz sorumluluk sahibi olsun istiyorsak bir ağaç dikelim. Merhamet kalbine yerleşsin istiyorsak bir hayvan sevelim.
Çağdaş, öğrenen ve araştıran bir genç olsun istiyorsak eline bir kitap verelim; verelim ki bir sayfaya sığdırsın bütün dünyasını ve inşa etsin o sayfayla yeni dünyasını..
Şimdi kapat gözlerini ve dinle!
Sonra o iki dev girmişler bir kulübeye el ele,
Kulübenin içinde bir dede
Ayağının ucunda bir beşik,
Bir ninni var dilinde:
“UYUSUN DA BÜYÜSÜN KİTABIM NİNNİ…”
???
???Tebrikler