– Belki kente gün doğar, belki boynum vurulur.
Belki en son sur düşer, gönlüm şehriyar olur. –
Şimdi kim anlayacak, neresindeyim anın?
Kim bilecek takvimin hangi yaprağında güz…
Kim bilecek yelkovan neresinde zamanın,
Akrebin peşi sıra yürürken gece gündüz.
Sahi kim anlayacak nereye baktığımı,
Neyimi görecekler hayatın balkonundan?
Hangi çölden yol alıp nereye aktığımı,
Okumak mümkün müdür bir romanın sonundan?
Kimse bilmez, içimde hangi yangının külü
Yetim kalmış bir çocuk gibi savrulup durur.
Kimse bilmez, çoktandır hangi bağın bülbülü
Islak kirpiklerimde aşkla kavrulup durur.
Kimse bilmez, kırılır baktığım her bir resim,
Hüznümü anlatırım, hıçkırır boş şişeler.
Karanlık bir sokağa yoldaş olur adresim,
Kokumu hissettikçe yas tutar fahişeler.
Bir balıkçı teknesi yağmurları toplayıp
Denizi gözlerime emanet edip gider.
Say ki kalemim kırık, say ki özneler kayıp
Say ki “Süreya” kalkar, ardından “Edip” gider.
Çünkü “hep terk edilmiş” çünkü “alışmış” denir,
Çünkü her gün bir başka adresi bulur ahım.
Çünkü “hep aynı yerden aşkı çalışmış” denir,
Çünkü tüm sevabıma bedel olur günahım.
Çünkü ilk gençliğimi yeni uyutmuş gibi
Çırpınır yüreğimde gözleri kör bir kumru.
Çünkü haram bir lokma çiğneyip yutmuş gibi
Takılır boğazıma hasret denilen yumru.
Çünkü gözü kör kılan bir aşkın sahilinden,
Ellerini semaya açıp anarlar beni.
Vuslatın haricinden, hasretin dâhilinden
Bir kemanın telinden kaçıp anarlar beni.
Belki ardımdan gülen tüm dostlarıma inat,
Kapanmamış gözlerim beslemeli sabahı.
Belki yepyeni bir gün bekliyorken kâinat,
Simsiyah bir intihar süslemeli sabahı.
Sahi kim anlar beni, “kim nereye gitti” der,
Kim ardından gözyaşı döker bir meczup için?
Kim attığım adımı sessizce takip eder,
Adresi bilinmeyen pulsuz bir mektup için?
Sahi kim anlar beni ben bile anlamazken,
Attığım tüm adımlar izlenirken sessizce…
Son günahım, gölgeme kıldığım tek namazken
Ve kimliğim cebimde gizlenirken sessizce…