ESKİ MUTLU GÜNLERİMİZ

61 0

Tim Kasser’in “Para Var Huzur Yok” kitabını okuyunca, biraz araştırma yapmaya karar verdim, insan psikolojisi ve mutluluk üzerine. İlginç deneme ve röportajlar okuduğumu söyleyebilirim. Ne var ki orijinal tespitler yapıp etkili tavsiyeler içeren bir çalışma ile karşılaşmadım. Yabancı birkaç yazarın roman ve denemeleri, Livaneli’nin “Mutluluk” adlı romanı (konusu gereği pas geçtim), 30 meşhur düşünürün mutluluk üzerine söylemleri, Finlandiya’da araştırmacıların yaptığı ilginç bir deney ve sonuçları göz attığım çalışmalardı. Elbette etkilendiğim ve sizlerle paylaşacağım yanları vardı ama beni yazmaya sevk eden şey Profesör Kasser’in öğrencileri kanalıyla yaptığı araştırmalar ve oldukça ilginç sonuçları oldu. Yazıma “Eski Mutlu Günler” başlığını koymamın sebebiyle başlamak istiyorum. Mutluluğun tanımıyla başlamak gerekirdi belki ama ben yazacaklarımı tamamladıktan sonra bir tanımlama yapmak istiyorum. Mutsuzluğun başladığı yer elimizdekilerle yetinmeyip mutlu olmak için özel çabalar göstermemizle başlıyor aslında. Oysa ruhumuzda doğuştan baskın olan ve onu harekete geçiren bir his mutluluk. Sürekliliği ise çocukluğumuza hakim olan masumiyetin devamlılığına bağlı. Çocukça bir ruhla yaşamak da diyebiliriz aslında Yukarıda değindiğim Finlandiyalı araştırmacıların çalışması bunu teyit eder nitelikte. Bir göz atalım isterseniz. Araştırmaya katılan 701 katılımcıdan kızgınlık, korku, iğrenme, mutluluk, üzgünlük ve sürpriz gibi hisleri vücutlarında nerelerinde hissettiklerini boş vücut çizimlerinde boyamaları isteniyor ve sonuçlar aşağıdaki gibi çıkıyor. Sarı duygularımızı en yoğun hissettiğimiz bölgeyi gösterirken, kırmızı daha azı, siyah hissizlik, mavi ve açık mavi ise çok düşük aktiviteyi gösteriyor.

İlginç olan ise insanlar mutlu hissettiğinde tüm vücutlarında aktivite olduğunu belirtmeleri. Belki de mutluluk bizi hayat için harekete geçiren bir şey!” Mutluluk sonradan satın alabileceğimiz, saçımıza, yüzümüze ya da elbiselerimizin bir yerlerine tutuşturacağımız bir süs eşyası değil mesela. Benzer şekilde gösterişli evimizin veya lüks arabamızın bir yerlerinde saklayıp zaman zaman çıkarıp içimize çekerek huzur bulacağımız bir nefes de değil. Ruhumuzun dışında bir yerlerde onu aramak, hiç sahip olmamışız gibi hırsla peşinden koşmak mutsuzluğun adımları oluyor ve nihayet dilimizden “eski mutlu günler” cümlesi dökülüveriyor. Lao Tzu’dan “Para ve emniyet peşinde koşarsan kalbin katı kalacaksın. İnsanların rızasını önemsersen onların mahkûmu olacaksın. Görevini yap, sonra çekil geriye. Huzurun yolunu bulacaksın.” alıntılarıyla başlıyor Kasser de. Paranın mutluluk üzerindeki etkisini uzun ve etkili araştırmalarıyla sürdürüyor. Finansal başarının mutluluğu nasıl etkilediği çalışmalarının asıl teması. Paranın kıymetini görmezden gelemeyiz elbette ama zengin olma fikri bizi baskı altına alıyor. İlginç bir biçimde, mutlu olabilmek için arzu ettiğimiz zenginlik daha baştan bizi bu baskıyla huzursuz ediyor. Akademik başarıyı da aynı durum için örnek gösterebiliriz. Üniversite mezunu olabilmek için verdiğimiz onca emek nihayet mutlu olabilmek için değil mi? Fakat üniversiteyi bitirinceye kadar hep bu baskıyı yaşıyoruz. Para-mutluluk ilişkisiyle devam etmek istiyorum. “Parayla saadet olmaz” deyip finansal başarıyı bir kenara koymak istemiyorum. Bu türden bir başarıyı görmezden gelmek haksızlık olur elbette. Fakat burada başka bir sorun boy gösteriyor. Maddi anlamda başarıya ulaşmış mutsuz kişilerin halini “zengin olma heveslerinde değil, başkalarından daha zengin olma” anlayışında aramak gerekiyor. Demem o ki “başkaları” hayatımızda ölçü olduğu sürece mutlu olmamız zorlaşıyor. Finansal başarıyı(parayı) hayatının merkezine koyanlarla ilgili yapılan araştırmaların ilginç sonuçlarından bahsetmeye devam edeyim. Rüyalar üzerine yapılan bir araştırmada para endeksli yaşayan insanların rüyalarının konusunun büyük oranda “ölüm” olduğu tespit ediliyor. Hemen hepimizin özellikle çocukluk yıllarımızda yaşadığımız “rüyada yüksekçe bir yerden düşme” olayını bu gruptaki insanların çokça yaşadığı ulaşılan sonuçlar arasında. Kasser durumla ilgili şu tespiti yapıyor: Rüyasında ölüm olgusunu sıkça yaşayan bu insanlar, gerçek hayatlarında bu psikolojiden kurtulmak için yoğun biçimde eğlence ortamlarında olmaya özen gösteriyorlar. Amaçsa zihinlerini fazlaca meşgul eden bu kavramı unutup bu psikolojiden arınmak. Bir de bu durumun aile ortamına yansımaları var tabi. Bir aile ortamı düşünün, anne-baba sürekli olarak “nasıl daha fazla para kazanırız” fikrini ortaya atıp konuşuyor. Yapılan hemen bütün program ve çalışmalar hep bunun üzerine. Böyle bir ortamda yetişen çocuklar hayattaki en önemli şeyin “para” olduğunu kabullenip duruma ayak uydurmaya başlıyorlar. İyi niyetlerini, estetik duygularını, neredeyse tüm masum fikirlerini finansal başarıya feda etmeye hazır hale geliyorlar. Nihayet onlar da anne baba olduklarında eve tebessüm, huzur, saadet getirmek yerine bol miktarda para getirmeye başlıyorlar. İş yoğunluğundan birbirlerine çok az vakit ayırabiliyorlar. Mutluluğu ofiste, bankada, iş seyahatlerinde arayan eşlerin birlikteliği de çok uzun sürmüyor maalesef. Eşlerden biri İflas ettiği için değil, sevgi- muhabbet kaybolduğu için gerçekleşiyor boşanmalar. Mutluluğun peşinden koşarken belki de bir daha mutlu olamayacağımız bir yola girilmiş oluyor böylece. Armand Hammer’in ilginç bir ifadesiyle bitirmek istiyorum yazımı. “Para, benim ilk, son ve tek aşkımdır.” diyor Hammer. Böyle bir aşkla mutlu olunamayacağı aşikâr. Bence mutluluk yazımın başında verdiğim iki resim arasındaki 7 farkta gizli! Hadi 2 resim arasındaki 7 farkı bulalım..

Bir cevap yazın