VAHA

194 0

“Çünkü aşk taçlandırdığı gibi çarmıha da gerer sizi. Hem besler hem budar sizi…” Halil Cibran

Yaşadığı çağın kalbindeki hastalıklara kelamıyla ince şifa okları saplayan, sarsan, düşündüren bir avuç insan bedensel olarak kısa, düşünsel olarak ne uzun yaşıyordu… Lübnan da başlayıp New York’ta sonlanan 48 yıllık yaşamıyla Halil Cibran gibi… “Bu dünyanın içinde sürgündeyim ben… Ölüm gelip vatanıma götürene dek sürgünde kalacağım.” Belki de aykırı sıradanlığa, haksızlığa baş kaldıran ruhu vatanında kalabilseydi de muhtemelen mülteci gibi hissedecekti. Ne de olsa şairlerin sığınağı değil miydi ütopik şehirlerin denize bağlanan yolları. Çiçek kokularından sarhoş olmuş kuşların âşıklara gökyüzünün şarkılarını fısıldamaları… Ama gerçekler onların beyinlerinde ve yüreklerinde kurulu çarmıhlarda sallanıp durdukça yeryüzünün huzursuzları olarak kalmaya mahkumdular.

Şiiri kundağa saranlar bilir, mutluluktan doğan dizeler koşamaz kıtalar arasında… Arap yarımadasında 20 yüzyılın başlarındaki ilk kadın yazarlardan olan May Ziyade de Cibran’la aynı toprakların çocuğuydu. Ziyade yazarın Kırık Kanatlar adlı eserini okuduktan sonra Cibran’a mektup yazmaya başlamıştı. Kahire ve New York arası 20 yıl süren bir aşkın başlangıcıydı bu. Bedenlere sıkıştırılmamış, şartlarla prangalanmamış, eğerlerle tehdit edilmemiş, tutkulara kurban edilmemiş bir anlaşma biçimi olabilirdi onlarınkisi. Bir mektubunda saçlarını kestirdiğini yazan May’e “Demek saçlarınızı kestirdiniz, o siyah dalgalı perçemleri kestirdiniz… Ne diyebilirim ki, bütün makaslar ayıplanmalıysa…” diye cevap vermiştir. Kadınlara özgü bu isyan şeklini, tüm makaslara naifçe sitemiyle adeta kesilen kısımları gül suyuna batırılmış tarakla taramıştır Cibran. Hikâyenin sonunda çölün sıcak nefesinden edebiyata serin bir vaha bırakan adamın dünya mülteciliği bitmişti.

Vasiyeti üzerine doğduğu topraklara götürülmüştü. Onun gidişinin ardından May toparlanamamış bir süre akıl hastanesinde yatmıştır. Dünyanın neresinde olursanız olun, hikâyenizle benzerlikleri olanları yakın hissedersiniz kalbinizde. Sevdiği adamla 7,5 yıl yaşamı satırlarda paylaşmış biri olarak mektupların sihrine inananlardanım… İster onlarınki gibi seçilmiş bir ayrılık olsun, ister zorla koparılarak…

Renkleri seninle giden bu şehir sensiz, bu ev sensiz. Şükür ki aynı gökyüzü altında biriz, aynı gezegende biriz ve kalbimin her atışında biriz. Biliyor musun masadaki yerine kimseyi oturtmuyorum, kapının önünden yıllardır kaldırmadığım ayakkabıların her an gelecekmişsin gibi mutlu kılıyor beni. Birazdan gün ağaracak son mektubunu yeniden, yeniden okuyorum. Parmaklarının değdiği satırları seviyorum. Bu mektubumda sonbaharın fotoğraflarını yollayacağım sana. Sakın sararan yapraklar için hüzünlenme. Biliyorsun tüm ağaçların vakti geldiğinde yeniden filizlenip çiçek açar dalları… Aşkım ve Umudumla…

Bir cevap yazın